O ses! Vakit gelmiştir. Yer yön belli, insanlar ayakta. Yalnızca tek kişi, emredildiği üzere, kısım kısım geçiliyor. Yoğunluk hakim, tek bir hat üzerinde. Adımlar hep aynı yerde mıhlanıyor. Yakınlıklar oluşuyor, birer birer kalplerde ülfet. Yabancılık kalmamıştır, kardeştir herkes. Ama durun! Birisinin başı öne düşüyor. Tam yere su tanesi gibi damlayacakken yine yukarı doğru kendisini çekmek zorunda kalıyor. Dikiliyor. Şimdi biraz sakinlik, odaklanmak, zikir, yakarış diye düşünülürken, beynin içine derinden bir sondaj: Sıkılmıştır, öyle sıkılmıştır ki boğum boğum beynin damarları, su çıkmıyor da can çıkıyor. Biraz geriye doğru, biraz öne doğru; oksijen arayışı. Uzayda nefessiz kalmaktan daha acı geliyor şimdi de yutkunmak. Bir çınlamanın başlayıp da susmamasını andırıyor her saniye, bir uyuşukluk hasıl oluyor. Ve çoktan kıraat bitmiş, imamın sesi sona yaklaşmıştır.
-Allahuekber!
-Semiallahulimen hamideh!
“Her kim şundan yerse -ilk önce sarımsak dedi sonra sarımsak, soğan ve pırasa dedi- mescitlerimize yaklaşmasın.” (Ebû Dâvûd, Etıme, 40)