Kayıtlar

Fotorist

Akşamüstü köşede bir cami… Büyük ışık şöleni… Akla tefekkür yerine fotoğraf çekmek geliyor. Geçerken bir kilisenin önünden de aynısını yapıyorlardı: fotoğraf çekmek. Sanattan anlayışımız sadece “kamera deklanşöre basmaktan” ibaret. Eski şair mezarı mı gördün, hemen bir foto. Evliya türbesi: “Öyle mi, bir foto?” Mimari yapıtlar: “Bir foto…” Düğün mü? “Bir foto…” Araba kazası mı? “Acele bir foto…” Aklına ne gelirse sonunda ya da başında “bir foto”. Biz bu garabetliğe nasıl bu kadar kolay düştük, benimsedik de alıştık!

Bu bahis bir fotoğraf sanatçısının eylemlerinden farklıdır. O sanatçıdır: algılar ve çeker. Bir gün iş yerindeyken, gezi için farklı illerden gelen, orta yaşlarının üstünde bir arkadaş grubu geldi ve bana çektiği bir yerin fotoğrafını gösterdi. Bilemedim neresi olduğunu. Dedi ki: “Burası şurası.” Hayrete düştüm; çocukluğumdan beri binlerce kez bulunduğum o yeri öyle bir açıdan görmüş ki, yapan mimarın bile haberi olmayabilir o derece. Ve sordum: “Nasıl yakaladın bu portreyi?” diye… Hemen bir arkadaşı onu çekmiş: yerde sürünerek çekerken kendisini. Şimdi bu durumla, şimdi şu anlatacak olduğum aynı mı?

Hacı Bayram’a çıkmış, eserleri izliyorum. Evli olduğunu düşündüğüm bir çift geldi. O sıra eserlere baktılar ve geç kaldıkları hissine kapılmışlarcasına ellerindeki telefonları eserlere doğru kaldırdılar: "CLİCK , CLİCK"  Sonra önüne, sağına, soluna geçerek eserlerle çekindiler; bir o çekiyor onu, bir bu. Sonra selfie dedikleri şeyle de: bir kere daha aldılar bir kare. Aldılar; her karede poz değişiyor, değişiyor. Derken eser ortadan kayboluverdi. Yalnızca kendilerini çekmeye başladılar. Ve augustus ağlıyordu o an.

Yorum Gönder