Doğunca başladı her şey, adını koydukları an. Ağzında sık sık şu duyulur: "Ben dedemin torunuyum."
Sık ağaçlı, akan suların, yemyeşil bitki örtüsünün olduğu bir yer değil burası; kurak, acımsı sıcak ve ıssız bir belde. Birkaç akraba, birkaç konu komşu. Yabancı barınamaz, barındırmazlar. Eğer ki birkaç meyveyi salkımından almak üzere elini uzatırsanız, hemen beliriverir başucunuzda iki metre boyunda, simsiyah atının üzerinde bir köy hanımanası. Yemesi, görmesi ve içmesi kolay olduğu kadar da zordur. Açarlarsa yer, açmazlarsa yiyemezsiniz. Kazanmanın değil, gönüllere girmenin yeridir.
Bir ev var burada neşeyi içinde doğuran. Şenlik var sanki yılların sonunda beklenen. Baba değil, anne değil; sevince medar olan dededir. Evladın evladı doğar ve ağadır gözünde doğduğu an. Parlar yüzü bebeğine baktıkça. Adını da koymuştur adından. Sütü en ballısından, suyu en tatlısından içirir. Yedirir de en tazesinden ekmeği, meyveyi. Aslan gibidir, büyür her gün de dizinde oturtur, yedirir etini, içirir pekmezini. Sofra kurulunca en başa, yanına oturtur; önüne kor, över de över, höpürdete höpürdete yerken. Öğretir ona da en ağalığından en ağırına. "Yiğitsin sen, güçlüsün sen, yıkar geçersin herkesi!" der, der de o da öyle yapar.
Ne anası kalır ne babası, göçmüştür herkes diyar diyar da o kalmıştır dedesiyle: "O ekili toprak senin, bu traktör benim." Alnı kara, teri pek çok bir çiftçi ağa olmuştur, sözü dinlenen. Ve hovardalığı da belletmiştir itten, namussuzdan. Silahı, namı varken çok zaman geçmeden nedir ki akan ter, bereketli toprak? Toprak topraktır da onun için farklıdır artık. Ekimi beklemez bahardan çünkü kazar o sadece bulmak için en antikasını, en madeni olanını. Ve dede için de rüya bitmiştir; kalan yalnızca beyaz kefen ve torun.