Bunca yol ne içindi bilmeden anlamadan buralara kadar gelmişim. Artık adımların farkındayım. Dizlerim yara içinde ve sol bacağım aksar halde.
Şuan nerede miyim ? İnsanlığa göre hipodromda paranın peşinde koşturuyor olmam gerekirdi. Evet hem de bu yara bere topalladığım halimle. Ama ya hakikatte ? Hakikatte nerede olmalıyım ?
İnsan soru sormayı bıraktığı için değil, doğru soruyu soramadığı için batmakta. Keşke sorularımız hakikate karşı perdeler örttüğü haliyle değil, o perdeleri yırtar olur haliyle sorulsaydı. Soru, akla ait bir kavram. O halde sorarım akıllar ne halde ? Ah şu babalar vah şu okullar deyip meseleyi kapatalım mı ?
Aklın muhatap olduğu denklem de bilinmeyenler kadar bilinenler de bir gerçek. Aklın prangaları. Aklın kargaları. Aklın donukluğu. Aklın saçları asıttırmaktan başka çare sunamayışı. Aklın öfkesi. Ve aklın selameti.
Maddeler çepeçevre kuşatmışsa aklı, sonuç hep tanımsız çıkacaktır. Çünkü huzurun sorusu eşyalarla sorulmaz. Eşyalar insan için yalnızca ezilmiş bir parmak işlevsizliğidir. Huzur onu tanımaz.
Izdırapsız bir neşve doğmayacağını anlayan bir akıl demek, omuz kemiklerinin kırılmasını göze alsın demek değildir. Kaba sığmayan suyun olacağı boşluktan taşkınlık iken ızdırabın yol bulamayışı başka bir ızdırap olarak omuzları çürütecektir. İnsan bu hususu idrak ettiği an yorgunluklarına dua edecektir. Yalvaracaktır gelip kendisini bulması için. Gece karanlığı bul beni demekten çekinmeyecektir.
Kimler koşmamı bekliyordu boğulduğum soluklarımla. Oynunuzu oynamayı bırakmak istiyorum. Yazmaya cesaret edemediğim son cümlemin acısıyla satırları acizliğiyle bırakıyorum.